Aspendos
Antalya'nın
doğusuna gidilirken 39 km. sonra serik İlçesi'ne , oradan 7
km sonra da Eurymedon nehrine varılır. Köprüçay
(Eurymedon) nehrinin yanında kurulmuş olan Aspendos, muhteşem
antik anfi-tiyatrosuyla dünyaca tanınmaktadır. M.Ö. 10.
yüzyılda Akalar tarafından kurulmuş ve antik devrin mamur
zengin kentlerinden biridir. Buradaki Tiyatro M.S. 2. yüzyılda
Romalı'lar tarafından inşaa edilmiştir. Kent biri büyük,
biri küçük iki tepe üzerine kurulmuştur.
Coğrafyacı
Strabon ve Pamponrus Mela, Kentin Agruslularca kurulduğunu
yazarlar. Bölgeye M.Ö. 1200'den sonra Yunan göçleri
olmuştur oysa Aspendos adının kaynağı Gremlerden önceki yerli
Anadolu dilidir. Önemli bir ticaret yolu üzerinde olduğu
ve Köprüçay Irmağı ile limana bağlandığı için
Aspendos, her çağda ele geçirilmek istenen kentler
arasında yer almıştır.Aspendos bölgede kendi adına madeni
para bastıran ilk şehirlerden biridir. Tarihi M.Ö.V. ve IV.
yüzyıla uzanan bu gümüş sikkelerde şehrin adı yerel
yazı ile Estwediiys olarak geçer. 1947’de yapılan
Adana yakınındaki Karatepe kazılarında bulunan M.S. VIII. yüzyılın
sonlarına ait hem Hitit hiyeroglifi hem de Finike alfabesi ile
kazılmış olan iki dildeki yazıt, Danunum (Adana) Kralı
Asitawada’nın kendi isminden türetilmiş Azitawadda
adında bir şehir kurduğunu ve kendisinin Muksas ya da Mopsus
hanedanı üyesi olduğunu belirtir. “Estwediiys” ve
“azitawaddi” isimleri arasındaki bu şaşırtıcı
benzerlik Aspendos şehrinin Asitawada’nın kurduğu şehir
olabileceğine işaret eder.
Aspendos, eski
çağlarda politik bir güç olarak önemli rol
oynamamıştır. Aspendos’un kolonileşme dönemindeki
siyasi tarihi Pamphylia bölgesindeki akımlarla uyum sağlar.
Bu eğilim ile Aspendos, kolonileşme döneminden sonra bir süre
Likya egemenliği altında kalmıştır. Şehir, M.Ö. 546’da
Pers hakimiyeti altına girmiştir. Aspendos’un bu dönemde
de kendi adında parasını basmaya devam etmiştir. M.Ö. 467’de
devlet adamı ve askeri komutan Cimon ve onun 200 gemiden oluşan
filosu, ani bir saldırıyla Eurymedon (Köprüçay)
Nehri’nin ağzında konuşlanan Pers donanmasını yok
etmiştirBundan sonra Aspendos, Attika-Delos Deniz Birliği’nin
üyesi oldu. M.Ö. 411’de Persler şehri tekrar ele
geçirdiler ve üs olarak kullandılar. Şehrin Peleponnes
Savaşlarında kaybettiği prestijin bir kısmını yeniden kazanma
çabası içindeki Atina komutanı, M.Ö. 389’da
şehrin teslim olmasını garanti altına alabilmek için
Aspendos kıyısına demir attı. Yeni bir savaş istemeyen Aspendos
halkı aralarında para topladılar ve topladıkları parayı Atina
komutanına vererek herhangi bir zarara meydan vermeden geri
çekilmesi için yalvardılar. Komutan parayı aldığı
halde, adamları bütün tarlalardaki ekinleri çiğneyerek
Aspendosluları zarara uğrattı. Büyük İskender Perge’yi
ele geçirdikten sonra M.Ö. 333’te Aspendos’a
girdiğinde, daha önce Pers kralına haraç olarak çok
sayıda at veren ve vergi ödeyen halk, İskender’in de
bunları istememesini rica etmek için kendisine elçi
gönderdi. Anlaşmaya varıldıktan sonra İskender teslim olan
şehirde bir garnizon bırakarak Side’ye gitti. Sillyon
üzerinden geri dönerken Aspendosluların kendi
elçilerinin teklif ettiği anlaşmayı onaylamadıklarını ve
kendilerini müdafaaya hazırlandıklarını öğrenen
İskender, hemen şehre doğru ilerledi. İskender’in
bölükleriyle geri döndüğünü görünce
acropolis’e çekilen Aspendoslular yeniden barış
sağlayabilmek için elçi gönderdiler. Ancak bu
kez oldukça ağır koşulları kabul etmek zorunda kaldılar. Bu
anlaşmaya göre, bir Makedon garnizonu şehirde kalacak ve
yıllık vergi olarak 4000 atın yanı sıra 100 talent vereceklerdi.
İskender’in ölümünden sonra devam eden
savaşlarda dönüşümlü olarak Ptolemilerin ve
Seleucidlerin kontrolü altına giren kent, daha sonra M.Ö.
133’e kadar Pergamum Krallığı’nın eline geçirmiştir.
M.Ö. 79’da Cicero’nun davayı Roma senatosuna
sunmasından önce, Cilicia konsey yardımcısı Gaius Verres’in
tıpkı Perge’de yaptığı gibi Aspendos’u da
yağmaladığını biliyoruz. Verres, halkın gözleri önünde
tapınaklardaki ve meydanlardaki heykelleri almış ve onları at
arabalarına yüklemiştir. Öyle ki Verres, kendi evinde
bulunan Aspendos’un ünlü harpçı heykelini
bile almıştır.
Aspendos'un en
önemli yapısı tiyatrosudur. Antik tiyatrolar arasında en iyi
şekilde korunanarak gelmiş bir açık hava tiyatrosudur. Bu
tiyatro Anadolu'daki Roma Tiyatrolarının günümüze
sahnesi ile ulaşabilen en eski ve sağlam bir örneğidir.
Mimarı Aspendos'lu Theodorus'un oğlu Zenon'dur. Antonius Piu
zamanında (138-164) yapılmıştır. Tiyatro, kentin yerli tanrıları
ile imparator ailesine sunulmuştur.Aspendos her yıl binlerce yerli
ve yabancı turist tarafından ziyaret edilmektedir ve birkaç
sene öncesine kadar konserler ve aktiviteler için
kullanılmaktaydı.Yapı, Yunan geleneğine uygun olarak bir tepedeki
bayıra yapılmıştır. Günümüzde ziyaretçiler
yapıya epey sonra inşa edilen ön cephedeki kapıdan girerler.
Aslında orijinal giriş, sahne binasının iki ucundaki tonozlu
paradoslardandır. Caeva yarım daire şeklindedir ve geniş bir
diazoma ile ikiye bölünmüştür. Yukarda 21,
aşağıda 20 oturma sırası vardır. Seyircilerin güçlük
çekmeden yerlerine oturabilmesi için dolaşım
kolaylığı sağlamak amacıyla giderek yayılan merdivenler
yapılmıştır, aşağı bölümde orkestra seviyesinden
başlayan merdiven sayısı 10 iken bu sayı yukarıda diazomanın üst
başlangıcında 21’dir. Daha sonraki bir tarihte yapıldığı
düşünülen 59 kemerli galeri, üst caeva’nın
bir ucundan diğer ucuna uzanır. Mimari açıdan bakıldığında
diazomanın tonozlu galerisi üst caeva’yı destekleyen
bir alt yapıdır. Protokolün genel kuralı olarak caeva’nın
her iki tarafındaki girişlerin üzerinde bulunan localar
imparatorluk ailesine ve kendilerini Roma’nın yürek
tanrısı Vesta’ya adamış kutsal bakirelere ayrılmıştır.
Orkestradan başlayıp yukarı çıkarak, ilk sıra senatörlere,
yargıçlara ve büyükelçilere, ikinci sıra
ise şehrin diğer ileri gelenlerine ayrılmıştır. Diğer kısımlar tüm
vatandaşlara açıktır. Kadınlar genellikle galerinin
altındaki üst sıralarda otururlardı. Cavea’nın üst
kısmındaki oturulacak belirli yerlere yontulmuş isimlerden
buraların da belli kişilere ayrıldığı açıkça
anlaşılmaktadır.
Tiyatronun en
dikkat çekici öğesi sahne binasıdır. Yığma taştan
yapılan iki katlı bu binanın alt katında, sanatçıların
sahneye çıkışlarını sağlayan beş kapı vardır. Ortada porta
regia olarak bilinen büyük kapı ve bunun iki yanında da
porta hospitales olarak bilinen iki küçük kapı
vardır. Orkestranın hizasındaki küçük kapılar
ise, vahşi hayvanların saklı tutulduğu yerlere açılan uzun
koridorlara aittir. Kalan parçalardan, duvarlardaki nişler
ve bina formundaki küçük yapıların içine
üçgen ve yarım daire biçimindeki küçük
süs çatılar (pediment) altında heykeller
yerleştirildiği anlaşılmaktadır. Sütunlu üst kattın
ortasındaki pediment’te şarap tanrısı, tiyatroların kurucusu
ve koruyucusu olan Dionysos’un kabartması vardır. Sahne
binası cephesinin bazı bölümlerinde görülebilen
beyaz sıvanın üzerindeki kırmızı zikzak motifler, Selçuklu
dönemine aittir. Sahne binasının üst kısmı oldukça
süslü ahşap bir çatı ile örtülmüştür. Aspendos’taki tiyatro olağanüstü akustiğiyle de
çok ünlüdür. Orkestranın ortasında
çıkartılan en ufak bir ses bile en üst sıradaki
galerilerden rahatça duyulabilir. Zengin bir kültürel
mirasın ortasında yaşayan Anadolu asilzadeleri şehirlerle ve
onların etrafında bulunan anıtlarla ilgili hikayeler
yaratmışlardır. Kuşaktan kuşağa aktarılan bu hikayelerden biri Aspendos Tiyatrosu ile ilgilidir. Buna göre; Aspendos Kralı,
şehre kimin en fazla hizmet sunabileceğini görmek için
bir yarışma düzenleyeceğini ve kazananın kızı ile
evlenebileceğini ilan eder. Bunu duyan sanatkarlar son hız
çalışmaya koyulurlar. Nihayet karar günü
geldiğinde, kral herkesin çabasını bir bir inceler ve iki
aday seçer. Bu adaylardan birincisi, şehre su kemerleri
yolu ile çok uzak mesafelerden su getiren bir sistemi
kurmayı başarmıştır. İkinci aday ise tiyatroyu inşa etmiştir. Kral
birinci adaydan yana karar vermek üzere iken tiyatroya bir
daha bakması istenir. Tiyatronun en üst galerisi civarında
gezinirken nereden geldiği belli olmayan bir sesin derinden ve
defalarca “Kralın kızı bana verilmeli.” dediğini
duyar. Büyük bir şaşkınlık yaşayan kral, sesin nereden
geldiğini arar ancak kimseyi bulamaz. Bu kişi, tabii ki, yarattığı
şaheserin akustiği ile övünen ve sahnede çok
kısık bir sesle konuşan tiyatronun mimarının ta kendisidir.
Sonunda güzel kızı mimar kazanır ve düğün töreni
de bu tiyatroda yapılır. Güney parados’taki bir
yazıttan, tiyatronun İmparator Marcus Aurelius (M.S. 161-180)
döneminde Theodoros isimli bir Aspendoslunun oğlu mimar Zeno
tarafından yapıldığını biliyoruz. Bu yazıta göre, Aspendos
halkı Zeno’yu takdir etmiş ve onu stadyumun yanında geniş
bir bahçe ile ödüllendirmiştir. Sahne binasının
her iki tarafındaki girişlerin üzerinde bulunan Yunanca ve
Latince yazıtlar, sahne binasının Curtius Crispinus ve Curtius
Auspicatus isimlerinde iki kardeş tarafından hizmete sokulduğunu
ve binayı tanrılara ve İmparatorun ailesine ithaf ettiklerini
anlatmaktadır.
Aspendos’un
başlıca diğer kalıntıları tiyatronun arkasında, acropolis’in
yukarısındadır. Tiyatronun yanından başlayan bir patikadan
ulaşılan acropolis’te karşılaşılan ilk yapı, 27X105 metre
ölçülerindeki bazilikadır. Bazilika, Romalılar
tarafından icat edilen mimari bir yapıdır. Roma bazilikaları
farklı amaçlar için kullanılırdı ancak bunların
hepsi toplumla ilgili meseleler olurdu. Bu binalarda mahkemeler ve
alışveriş pazarları kurulurdu. Bazilikanın planı, etrafı odalarla
çevrili geniş bir merkezi holden oluşur. Merkez hol,
binanın diğer bölümlerinden yanlarındaki sütunlarla
ayrılır ve çatısı daha yüksektir. Bazilikanın içinde
yargıç kürsüsü vardır. Bizans döneminde
binada büyük değişiklikler yapılmış ve bina orijinal
yapısını kaybetmiştir.
Bir de Aspendos
Antik Tiyatrosunun küçük bir hikayesi var.
Aspendos kraşının o zamanlar çok güzel bir kızı vardır
ve herkes onla evlenmek ister.Fakat kral kimde karar kılacağını
bilemediği için halka şöyle duyurur:kim
halkımız,şehrimiz adına en yararlı ve güzel şeyi yaparsa
kızımı ona vereceğimBu durum üzerine de iki büyük
eser çıkar bu iki eseri de iki ikiz kardeş ortaya koyar .
Bu eserlerin birisi şehre kilometrelerce uzaktan ,müthiş bir
geometrik hesaplamanın sonucu olarak ortaya çıkarılıp inşa
edilmiş kasabaya su getiren su kemerleri; diğeri ise orkestrasında
yere metal para atıldığında en üst tarafından dahi o sesin
duyulduğu dünyanın o zamanki ve günümüzün
akustik olarak en iyi olan tiyatrosudur.mimarı da Zenon'dur. kral
su kemerlerini gördükten sonra kızını su kemerlerini
yapan mımara vermek ister fakat daha sonra da tiyatroya girdiğinde
tiyatronun yukarı tarafında gezerken bir ses duyar.ses kıralın
kızını ben almalıyım onu bana vermeli der.bu akustiğe hayran kalan
kral kızını mimar Zenon a vermekte karar kılar .
Aspendos diğer
Pamphylia şehirleri gibi en parlak dönemine M.S. ikinci ve
üçüncü yüzyıllarda ulaşmıştır. Bugün
hala bu bölgede görülebilen anıtsal mimarinin büyük
bölümü bu altın çağda yapılmıştır. Şehir
kıyıda olmasa da, Eurymedon (Köprüçay) Nehri’nin
kenarında bulunması gemilerin şehre ulaşımını mümkün
kılmıştır. Bu ulaşım imkanı, Aspendos’un arkasında yer alan
verimli ova ve sık ormanla örtülü dağlarla birlikte
şehrin gelişiminde belirleyici faktörler olmuştur. Şehirde
dokunan altın ve gümüş işlemeli duvar halıları, limon
ağacından yapılmış mobilyalar ve heykelcikler, yakındaki Kapria
Gölü’nden elde edilen tuz, şarap ve özellikle
Aspendos’un meşhur atları, Aspendosluların ihraç
ettikleri ürünler arasında en başta gelenlerdir. Üzüm
yetiştirmekle ve şarap tüccarlığı ile tanınmış olsalar da
dini törenlerinde tanrılarına şarap sunmayan Aspendoslular,
bunun sebebini “Eğer şarap yalnızca tanrılara ait olsaydı,
kuşlar üzümleri yemeye cesaret edemezlerdi”
diyerek açıklamışlardır. 13. yüzyılın başından
itibaren, Aspendos, Selçuklu Türklerinin
yerleşimlerinin izlerini taşımaya başlar. Özellikle I.
Alaeddin Keykubat’ın hükümdarlığı sırasında
tamamen restore edilen tiyatro, Selçuklu tarzında zarif
çinilerle süslenmiş ve saray olarak kullanılmıştır.
Bazilikanın güneyinde, şehirdeki ticari, sosyal ve politik
faaliyetlerin merkezi olan üç yanı evlerle çevrili
agora vardır. Batıya doğru gidildiğinde, az ileride, stoanın
arkasında hepsi bir sırada olan eşit büyüklükte on
iki dükkan vardır. Agoranın kuzeyinde, bugün sadece ön
duvarı ayakta duran nymphaeum vardır. Genişliği 32.5 metre ve
yüksekliği 15 metre olan iki katlı bu cephenin her katında
beş niş vardır. Alt katta bulunan ortadaki niş diğerlerinden daha
geniştir ve kapı olarak kullanılmış olduğu düşünülmektedir.
Duvarın dibindeki mermer zeminden, binanın orijinalinde sütunlu
bir cephesi olduğu anlaşılmaktadır.

Nymphaeumun
arkasında alışılmadık planlı, ya konsey üyelerinin
toplandıkları bir bouleterion ya da odeon olarak kullanılan bir
bina vardır.
Aspendos’un
bir diğer kalıntısı da su kemerleridir. Kuzeydeki dağlardan şehre
su getiren bir kilometre uzunluğundaki bu kemerler dizisi
olağanüstü bir mühendislik becerisini ortaya koyar
ve eski çağlardan günümüze kalan nadir
örneklerdendir. Su, kaynağından 15 metre yüksekliğindeki
kemerlerin üzerinde, oyulmuş taş bloklardan oluşan bir kanal
aracılığıyla şehre getirilirdi. Su, kemerin bitim noktasının her
iki tarafında bulunan 30 metre yüksekliğindeki kulelerde
biriktirilir ve buralardan şehre dağıtılırdı.
Aspendos’ta
bulunan bir yazıt, su kemerinin Tiberius Claudius Italicus
tarafından yaptırıldığını ve şehrin hizmetine sunulduğunu anlatır.
Mimari özellikleri ve yapılış teknikleri, su kemerinin
M.S.II.yüzyılın ortalarına ait olduğunu göstermektedir.
|